BAŞEPİSKOPOS ATEŞYAN’IN AÇIKLAMALARI - 1

ÖNEMLİ

(Saygıdeğer cemaatimizin dikkatine)

Yarından itibaren bir haftalığına yurt dışında olacağımdan dolayı, dini yazılarıma ara vermek zorundayım. Ancak beni ve siz cemaat üyelerimi ilgilendiren bu yazıyı dikkatinize sunuyorum.  Sizden ricam sonuna kadar okumanız ve paylaşmanız.

Cemaatimin saygıdeğer üyeleri, 

Bir süredir şahsımı ve temsil ettiğim makamı hedef alan ve pek çok yalan içeren saldırıların giderek yoğunlaşması üzerine topluma karşı sorumluluk anlayışım çerçevesinde bir açıklama yapma gereğini hissediyorum. 

Yalan ve iftiraların büyük bölümü şahsımı hedef aldığı için öncelikle kendimden bahsetmek istiyorum. Diyarbakır Silvan’da 1954 yılında dünyaya geldim. Üçü erkek üçü de kız olmak üzere altı çocuklu bir ailenin ferdiyim. Sırasıyla Asdğik, Hayganuş, Garabet, Sarkis, Viktorya ve ben Artin. Babam Silvan’da yaşamamıza rağmen çocuklarına Ermeni isimleri koyma cesaretini göstermişti.

Bunun yanı sıra 1955 yılı, 6-7 Eylül hadiseleri sırasında büyük ablamın kocası, kendisine yapılan baskılardan yıldığı için İslam dinini seçmiş ablam ise dinini değiştirmek istemediği için her gün dayakla karşılaşmıştı. Sonunda ablam da dayanamayıp İslam dinini seçerek Süslü ismini aldı. Bu yaşananlar üzerine ağabeyim eniştemi öldürmek istese de babam kendisine engel olmuş ve bizleri alıp Diyarbakır’a götürmüştür. Diyarbakır’a taşındığımızda ben 3-4 yaşlarındaydım. O günden sonra ablamın çocukları ve torunları Müslüman olarak büyüdülerse de eniştem öldükten sonra ablam kimliğini hemen değiştirip tekrar Hıristiyan yazdırdı. Ailemdeki bu trajik olayın hem ailemin hem de benim şahsım üzerinde derin izleri vardır.

İlkokulu Diyarbakır’da okuyan ben 1966 yılında, babamın isteği ve dayımın oğlu Rahip (Vartabed) Haçadur Saraçyan’ın aracılığıyla İstanbul’daki Surp Haç Tıbrevank’a (Ruhban Okulu) geldim. 1967 yılında Kudüs’ten gelen bir Papaz (Kahana), Kudüs Manastırında öğrenim görmek üzere Tıbrevank’tan talebe arıyordu. Babam bana, “Kardeşim orada rahiptir. Ben kendisini hiç görmedim. Sen hem okumaya gidersin hem de kardeşim Rahip Mesrop Depoyan’ı görürsün.” diye telkinde bulununca ben de kabul ettim. 21 talebe ile eğitim almak için bu şehre gittik. İstanbul Surp Haç Tıbrevank’tan benimle birlikte Sarkis Barsamyan (şimdi Başepiskopos Khajak Barsamyan) ve Onnik Aykazyan da (şimdi Başepiskopos Viken Aykazyan) vardı.

Kudüs’te dokuz sene okuduktan sonra diplomamı alarak İstanbul’a döndüm. Okul müdürümüz Başepiskopos Şahe Acemyan ve amcam Rahip Mesrop’un benim din adamı olmam yönündeki taleplerini başta kabul etmedim. Ancak İstanbul’da durum değişti. Papaz Partoğ Hırkacyan ve Papaz Harutyun Hallacyan gelip beni ikna ettiler ve Hayko Eldemir (sonradan Rahip Manuel Yergatyan) ile birlikte, Patrik Şnorhk tarafından 1976 yılında din görevlisi olarak takdis edildik.

Kudüs’le yolum ben daha çok küçükken Müslüman olmak zorunda kalan ablam nedeniyle bir kez daha kesişti. On sene önce ablamın kızının iki çocuğunu alıp İstanbul’a getirdim. Vaftiz olup Aram ve Dikran isimlerini aldılar. İkisini de Kudüs’e, benim de okuduğum okula gönderdim. Bu arada onların anneleri, kardeşleri ve kardeş çocukları Hıristiyanlığı kabul edip köklerine döndüler ve Ermeni Kilisesi’nin üyeleri oldular. Aram ve Dikran ise sekiz sene okuyup diplomalarını aldılar. Aram’ı iki sene önce İstanbul’da rahip olarak takdis ettim ve Mağakya ismini aldı.

Rahip olan amcam ve dayımın oğlu vefat etmiş, ben başepiskopos ve ablamın torunu rahip Maghakia ile birlikte İstanbul Patrikliği’ne bağlı görev yapmaktayız.

Son üç Patriğin döneminde sorunsuz görev yapan şahsım özellikle Patrik Mesrop’un patriklik sürecinde kendisiyle birlikte çok uyumlu bir çalışma atmosferi içinde oldum. Allah şifasını versin, birçok yerde çalışmalarımdan dolayı beni takdir de etmiştir.

Aylardan beri bana mal edilen iftiralar karşısında suskunluğumu korudum, çünkü cemaatimin bazı ileri gelenleri ve saygı duyduğum kişiler cevap vermememi önerdiler. Ancak toplumumuzun yararını gözeten suskunluğum bazı kişiler tarafından suçlamaları kabul ettiğim şeklinde algılandı. Bana akla gelmez küfürler, hakaretler ve iftiralar edildi. Şimdi sadece şahsımı değil temsil ettiğim makamın saygınlığını da zedeleyen bu iftiralara cevap vermek istiyorum.

Ermenistan’da yaşayan Sarkis Hatspanyan adlı kişi her gün bir iftirayla medyada boy gösteriyor. Onun asıl adı-soyadı Zeki Ekmekçi’dir. Başkalarına iftira atmaktan Ermenistan'da 3.5 sene hapis yatmıştır. Kendisi, "Ben Başepiskopos Aram Ateşyan’ın iç çamaşırının rengini bile bilirim." diyecek kadar densiz biridir. Söyledikleri iç çamaşırlarına karşı bir tutkunluğu olduğunu gösteriyor, ama bana kalırsa ruhsal tedaviye muhtaç biridir. Kendisi beni çok iyi tanıdığını ifade etmiş. Ben 1966 yılında İstanbul'a Ruhban Okulu’na geldiğimde kendisi ortalarda yoktu. Zeki adlı bu kişi 1972 veya 1973 yılında aynı okula gelmiş ve 1978 yılında mezun olmuştur. Kendisini sadece 1999 yılının Aralık ayında bir sefer görüp konuşmuştum.

Dolayısıyla iddia ettiği gibi beni yakinen tanıması mümkün değildir. Zira bunun için hiçbir zaman bir zemin oluşmamış bir yakınlık kurulmamıştır.

İftiraları sebebiyle hapis dahi yatan bu şahsın bana yönelik bu çirkin tutumunun cemaatimizden bazılarınca gerçekmiş gibi algılanıp kullanılması ise beni hem şaşırtmış hem de son derece üzmüştür.

Bu nedenle şimdi bana atılan akıldan, vicdandan ve onurdan yoksun bu iftiraları toplumumuzun karşısında tam bir açıklıkla tartışacağım.

1- Moskova’da olduğu iddia edilen bir antika dükkânın sahibi olmakla itham ediliyorum. Üstelik burayı dini önderimiz Katolikos’un kardeşi Başepiskopos Yezras’la birlikte işletiyormuşum. Garo Kaprielyan da bir adım daha ileri giderek, İskenderun Kilisesine ait bir communion kupasının da (sıgih) şu anda orada satışta olduğunu söylüyor. Tanrı aşkına, bu dükkânımızın var olduğunu ve nerede bulunduğunu söyleyin, ben de oradaki işimin başına geçeyim, ya da bu dükkânımı mallarıyla birlikte herhangi bir vakfa bağışlayayım.

2- Patrikhaneden Aivazovsky’e ait bir tablo çalmış ve satmışım. Sonra da onu geri almak için dava açmışım. Bu tablonun varlığından bile haberim yoktu. Başrahip Tatul o tabloyu kendisinin Kınalı Ada'dan indirdiğini ve Patrik Mesrob’un bir ressama gönderdiğini söyledi. Daha sonra tablo yok olmuş ve patrik de üstünde durmamış veya unutmuş. Başepiskopos Nerses Bozabalyan da Ermenistan'da bu tabloyu görmüş ve tabloyu kurtarmak için patrikten yetki yazısı istemiş, fakat patrik nedense bu yazıyı vermemiş veya verememiş. Akabinde Bozabalyan ölmüş, daha sonra da patriğin hafıza kaybı başlamış ve tablonun akıbeti de unutulmuştur. 

Seneler sonra Adana’da kendisine ve çocuklarına vaftiz babası olduğum bayan, Ermenistan’da olan birisi tarafından Aivazovsky resimlerinin satışa çıkarıldığını, bunların içinde bir din adamının resminin de olduğunu ve bununla ilgilenip ilgilenmediğimi sordu. Talebim üzerine tabloların fotoğraflarını bana gönderildi. Gelen bir episkopos portresiydi ve ben bu din adamının kim    olduğunu dahi bilmiyordum. Diyakos Vağarşak’a sordum. Kendisi bu resmin patrikhanemize ait olduğunu ve buradan nasıl gittiğinin hikâyesini anlattı. Bu tablonun fotoğrafı Garo Kürkman’ın iki ciltlik OSMANLIDA ERMENİ RESSAMLARI kitabında da mevcuttur. Ben işte bu tabloyu tekrar Patrikhane’ye kazandırmak için mücadeleye başladım. Ermenistan’daki yetkili makamlara şikâyette bulundum, ancak Ermenistan’da olmadığım için süreci fazla da takip edemedim ve tablo sözde sahibi olan kişiye teslim edildi. Biz Patrikhanenin değerlerini kurtarmaya çalışırken, birileri bize çamur atıp tabloyu benim çalıp sattığım yalanlarını yayıyordu. Bu konuyla ilgili olarak JAMANAK gazetesinin 25 Kasım 2016 tarihli sayısında, tablonun akıbeti hakkında bilgi sahibi olanlar tarafından daha geniş içerikli bilgilere yer verilmiş olup bunlara ulaşmak mümkündür.

3- Zeki Ekmekçi, Kudüs’te benimle aynı dönemde okumuş olan Sahak Akkaş isimli bir şahsı televizyona çıkartarak bu şahsın bazı yalanlarını gündeme taşımıştır. Bu şahıs benim 1967-1976 yılları arasındaki Kudüs'teki öğrenim sürecimde değerli bir İncil’i çaldığım ve yakalandığım iftirasında bulunmuştur. Hayret edilecek bir iddia; İncil'i elimden alıyorlar ama nedense ben kovulmuyorum ve bundan dolayı bir ceza dahi almıyorum. Aksine okulumu başarıyla bitirip diplomamı da alıyorum. Bu konuyla ilgili Başepiskopos Sevan Gharibyan'ın yazısını dikkatlerinize sunuyorum. Kendisi benim Kudüs'e gittiğim günden dönüşüme kadar oradaydı ve iki dönem de müdürüm olmuştur. Dolayısıyla benim öğrencilik hayatımın ilk elden tanığıdır:

Tercümesi - Bildiri

“Son dönemde bazı yazılar ve bildiriler dikkate alınarak bu satırları yazmamıza ve gerçekleri söylememize vesile olmuştur. Artin (Harut Ateşyan), şimdi İstanbul Patrikhanesi patrik vekili Başepiskopos Aram Ateşyan, 1966-1976 yılları arasında eğitimini tamamlamış, diplomasını almış ve İstanbul’a ruhani alanda hizmet etmek için dönmüştür.

Biz, onun 9 yıllık eğitim döneminde 2 kez okulun müdürlüğü yapmış, talebelerin yaşantısını, hal ve tavırlarını yakından takip etmişizdir. Dolayısıyla Başepiskopos Aram Ateşyan’ın sözde Betlehem Kilisesi’nden bir İncili çaldığı, yalan ve kabul edilemez bir iftiradır.

Yanlış bilgilerin önünü kesmek için bu yazımızı halkımızın dikkatine sunuyoruz.”

Başepiskopos Sevan Gharibyan 

4- Bir başka iftiraya göre sözde, Rahip Manuel Yergatyan'ı ben ispiyon etmiş ve hapse attırmışım. Bu bey herhalde bu konuda Manuel’i ele vermekle (eğer gerçekten suçu varsa, ki ben inanmıyorum) suçlanan başka değerli bir kardeşimizin olduğunu bilmiyor. Aynı zamanda bilmiyor ki, ben mahkemede Manuel’i savundum. Yargıç bana "Seni de içeri atarım." dedi ve ben bu sebepten Belçika'ya kaçmak zorunda kaldım. Havaalanından çıkarken iki saat bekletildiğimi, bavullarımın ve üstümün didik didik arandığını, Patrik Şnorhk’un bana mektup yazıp da "Sakın gelme seni geri çağırmamı istiyorlar." dediğini, bir sene boyunca Belçika ve Hollanda’da kaldıktan sonra döndüğümü ve uzun yıllar pasaport bile alamadığımı da bilmiyor. Bilmemesini de normal karşılıyorum çünkü bir iftiracı, doğası gereği gerçeklere, doğrulara ilgi göstermez.

5- Ekmekçi diyor ki, sözde ben değerli bir İncil’i Amsterdam Kilisesi’ne satmışım. “Din adamı İncil satar mı? Hediye eder.” diye bir de yaygara koparmış. Bu konuyla ilgili olarak Amsterdam Kilisesi'nin o dönemdeki başkanının yazısını dikkatlerinize sunuyorum:

Tercümesi - Açıklama

“Son dönemde bilgi sahibi olduk ki, sözde Amsterdam’da basılmış 1668 tarihli eski baskı İncil’in Başepiskopos Aram Ateşyan tarafından Amsterdam Kutsal Ruh Kilisesi’ne satıldığı rivayet edilmektedir.

Önce söylemem gerekir ki, söz konusu kitap Başepiskopos Aram’a ait değildi. Benim başkanlık dönemimde ve benim ricam üzerine, başepiskopos bir kitap satıcısının yanında bulmuş, istenilen fiyat benim ve yönetici arkadaşlarım tarafından uygun bulunmuş ve bizlerin parasıyla satın alınıp kiliseye hediye edilmiştir. Bu kitap için kiliseden para alınmamıştır.

İlgililere bildirilir”

Dikran Mghdısyan
Kutsal Kilisesi para fonu başkan yardımcısı

Cemaatimizden bazı kişilerin bana attığı iftiralarla devam edelim…

6- Buna göre ben Patrikhaneyi soymuş ve bu paralarla ev almışım. Oysa gerçekte benim dönemimde değil kendim için para almak, ödemelerde sıkıntı çekildiği zamanlar da bile bankadan bir lira veya bir dolar çekilmemiştir. Mali Komisyon’un verdiği rapor incelenirse açıkça görülür ki, 2010-2016 yılları arasında TL bazında, faiz ve bağışlarla birlikte, bankadaki paranın üstüne yaklaşık 4 milyon eklenmiştir:

Bununla birlikte Patrikhanede yaptırdığım misafirhane ve kütüphane için ise Patrikhane bütçesinden bir lira dahi harcanmamıştır. Bütün bu faaliyetleri hayırseverlerin desteği ile gerçekleştirdim. 

Bu iftiracılar din adamının nasıl ev alabildiğini sorguluyor, “Bunun parası nereden geldi?” diye merak ediyorlar. Ben yetimhaneden alınıp din adamı yapılmış kimsesiz biri değilim. Ben geniş bir aile sahibiyim. Annem babam ve kardeşlerimden oluşan bu geniş ailede senin paran benim param anlayışı hiçbir zaman hâkim olmadı. Kimin maddi bir sorunu olursa bir diğer kardeş imkânlarını seferber eder. Doğu toplumlarının bu karakteristik özelliği bizim ailemizin de temelini oluşturur. Benim ruhaniliğimin ilk dönemlerinde bile evlerimiz vardı, isteyene eski tapuların kopyasını gönderebilirim.  Şunu da hatırlatmalıyım ki rahmetli Başepiskopos Şahan Sıvacyan’ın evleri vardı, ama kimse ona “Nereden getirdin?” diye sormadı. Kendisine “cimri” sıfatını layık görenler kendisinin evlerini kilisemize bağışladığı gerçeği ile de karşı karşıya kalmışlardır.

Belli ki burada da amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.

7- Patrikhane ve din adamları maddi sıkıntı çekmesin, bunun yaratacağı olumsuzluklar toplumumuzun başını ağrıtmasın diye Hovagim 1461 Vakfı’nı kurdum. Beykoz Yönetimi de arsasını (eski kullanılmayan mezarlık) bu vakfa bıraktı. Bunun için kendilerine ve hastanemizin yönetimine teşekkür etmiştik. Bu arsayla Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ve Belediyeden, işgal ettikleri bölümler için açılan davalardan yaklaşık 50 milyon kazanılmıştı. Avukat Ali Elbeyoğlu ve Beykoz Yönetim Kurulu başkanı Varujan Bey, benim haberim olmadan, “Bu paranın yüzde % 20’si avukata verilecek.”  şeklinde kendi aralarında protokol imzalamışlar. Patrikhanede gerçekleşen ve cemaatin ileri gelen bazı kişileri ile Beykoz Kilisesi Yönetimi’nden Varujan Bey’in de katıldığı bir toplantıda, Varujan Bey bu protokolü imzaladıktan sonra bana bildirdiğini kabul etmişti. Ali Bey, “Bu paraların alınması seneler sürer.” demişti, başkalarına sordum onlar da bunu onayladılar. Ali Bey, Ankara’da adamlar olduğunu, paranın % 10’unu verirsek kararın bir iki haftada çıkacağını söyledi. Biz de “Pekâlâ” dedik. Ancak alamadılar. Bu sefer % 12 dediler, ona da “Peki” dedik. Daha sonra gelip, “Faizinden de vazgeçerseniz hemen alırız.” dedi. Ben de bu teklifi reddettim, çünkü neredeyse bu paradan en az 15 milyon gidecekti. Bu reddimden memnun kalmadılar tabii. 

Daha sonra Ali Bey’den başka bir davamı da bazı sebeplerden dolayı geri çekmiştim. Bütün bunlardan sonra Ali Bey, % 20’nin dörtte birini Başepiskopos Aram’a vereceğini söylemiş. Pekâlâ, nerede bunu ispatlayacak bir belge? Şimdi soruyorum, bana sorulmadan yapılan protokolden alınacak bu paranın bir bölümü bana mı, yoksa başkasına mı verilecekti? Cemaatin yararını savunmanın bedeli bize mi ödetilmek isteniyor?

Beykoz Yönetimi ile Av. Ali Elbeyoğlu arasında yapılan başka bir protokolü dikkatlerinize sunuyorum. Bu protokole göre, Beykoz Yönetim Kurulu önce verdiği emlağı Hovagim 1461 vakfından geri almaya çalışacak, daha sonra bir müteahhite verilecek. Ali Bey kilisenin inşaattan elde edeceği gelirden de % 5 pay alacaktır. Bu arsanın yaklaşık 300 milyon dolar değerinde olduğu söyleniyor. Artık siz hesap edin kaç milyon dolar zarar edeceğimizi…

YAPILAN PROTOKOL

8- Bodrum’da 500 bin dolara villa aldığım yalanı ortaya atılmış. Buyurun, ben 500 bin TL’ye veriyorum, alan var mı?

9- Benim barda bir kadınla basıldığım iftiraları atılmış. Buna göre, Yenikapı Karakolu’na götürülmüşüm ve ismi söylenmeyen birkaç yönetici gelip beni kurtarmışlar. Hayret, yöneticiler beni kurtaracak ve cemaat duymayacak. Yenikapı Karakolu uzakta değil, meraklılar gidip baksınlar, bakalım bir kaydım var mı?

10- Yazmaktan dahi imtina ettiğim iğrenç bir yalan daha; güya çocuk pornosu seyrediyormuşum. Polis beni yakalamış ama nedense bana bir şey yapmamışlar, sadece bilgisayarımı götürmekle yetinmişler. Herhalde bir daha yapmamam konusunda da uyarmışlardır, değil mi? Ne de olsa böylesi bir suçun karşılığı ikaz edilip bilgisayarı götürmek gibi çok ağır bir ceza(!) olsa gerek. Bunu hangi mantık kabul edebilir. Bu çirkin iftirayı uyduranlar varsa masum çocuklarının ya da çocukların yüzüne nasıl bakıyorlar.

Երկուշաբթի, Յուլիս 24, 2017