AMAN DİKKAT.. (2)
Bugün yine hafta sonu mesaisindeyiz. Bu ikinci hafta, JAMANAK’ın adı yine bazılarının dilinden düşmüyor. Konuları ekseninden saptırmamak için geçen hafta “Aman Dikkat” demiştik, bugün de tekrarlıyoruz. Geçen hafta nezaketen isim vermeyerek kullandığımız cevap hakkı sonrasında, bu hafta gazetemiz yine bazılarının ilgi odağında. Nezaketten uzaklaşmayalım, ama artık isim de verebiliriz. Geçtiğimiz hafta Agos’un manşetindeydik. Arkadaşlar, sağ olsunlar, bu hafta da ilk sayfadan onurlandırmışlar. Bu nezaket vurgusu iş olsun diye değil. Ortada bir durum var, bunun üzerinde görüşlerimiz örtüşmüyor, aleni bir fikir teatisi yaşanıyor ve bunu bir atışmaya dönüştürmeden yaklaşımlarımızı ifade etmeye çalışıyoruz. Yine aynı bağlamda, geçen haftaki yazımızın kötü niyetli olduğu belirtilmiş. Bu niyet okumaları risklidir. Bizim geçen haftaki yayınımız bir cevap yazısı niteliğindeydi. O cevaba mahal veren Agos’un yazısındaki niyet her ne idiyse, bizim de niyetimiz o olmuştur. Sonuçta söylenene karşılık verilen yanıt sürpriz sayılamaz.
Agos, geçen haftaki yazımızda kendi haberinden söz etmeden yanıt verdiğimizi yadırgıyor, bunu haberin doğruluğunu teyit eden bir unsur sayıyor ve mızrağın çuvala sığmadığından dem vuruyor. İddia böyle... Bizim yaklaşımız ise daha farklı. Bir kere haberin kaynağı Agos değil, Patrikhane. Bu haberin mekanik boyutu zaten önceden basında yer almış. Dolayısıyla tekrarlamaya gerek yok. Asıl sorun buradaki bilgilerin mesnetsiz yorumlarla kamuoyuna yansıtılıyor olması. Bizim tepkimizin ve cevabımızın bağlamı budur. Durum burada o kadar net ki, fazla söze gerek yok. O bilgiler basına yansımış, daha sonra Danışma Kurulu toplantısında konuşulmuş. O konuşmalar da basına yansımış. JAMANAK da yazmış bunları. Agos’un Danışma Kurulu toplantısından bilgi diye aktardığı ayrıntıların önemli bir bölümü zaten JAMANAK’ın haberinden derlenmiş. En düz mantıkla, bu bütünün içerisinde bizim açımızdan yumuşak karın teşkil eden bir durum olsa ve de biz iddia edildiği gibi gerçekleri ört-pas ediyorsak, neden tüm bunları yazmış olalım. Demek ki, bizim açımızdan gocunacak bir şey yok.
Bir diğer sorunsal, Agos’un geniş topluma dair kodlarla cemaatin iç yaşamını yorumlamaya çabalaması. Bu durum bir zemin kayması yaratıyor, çünkü o düzlemdeki bir çok etkenin ya da durumun cemaat yaşamında karşılığı yok.
Bu haftaki yazıda tüm bunların motivasyonu biraz daha netleşmiş durumda. Agos belli ki iki durumdan rahatsız: Birincisi Patrikhane’den ilan alamamak, ikincisi Danışma Kurulu’nun içerisinde Ermenice günlük gazetelerimizin editörlerinin bulunması. Burada söylenecek çok şey olabilir. Ama temel sıkıntı şurada: Eğer yarın Patrikhane Agos’a da ilan vermeye başlarsa, bu arkadaşlarımız o kaynaktan beslendikleri için tavır belirlerken başka türlü kriterler mi benimseyecekler? Tabii ki hayır. Ya da başka şekilde soralım: Agos bugün ilan alamadığı için mi Patrikhane’ye muhalefet ediyor. İnanmıyoruz. O zaman neden Patrikhane’den ilan alan Ermenice günlük gazetelerimizin, JAMANAK’ın bu etkenin ışığında tavır geliştirdiği öne sürülüyor. Burada tutarlılık var mı?
Sonra burada her kurumun belirlemekte ya da benimsemekte serbest olduğu uygulamaların alanına fütursuz bir müdahale mantığı ortaya çıkıyor. Belki bu bilinçli yapılmıyor, ama sonuç değişmiyor. Örneğin, Agos çoğu zaman Meclis’teki muhalefet partilerinden birisine mensup yerel yönetimlerin ya da o partinin yöneticilerinin ilanlarını yayımlıyor. Bu ilanlar Ermenice günlük gazetelerimize verilmiyor. Ne yani, bizim şimdi bu ilanların ne saiklerle Agos’ta yayımlandığını ve gazetenin yayın çizgisine nasıl etki ettiğini sorgulamamız, bu konuda kuşkular yaratmamız mı gerekiyor? Böyle bir mantık olabilir mi? Tam bu noktada, aynı zamanda şu “egemenlerin medyasından” dem vurmanın gülünçlüğü de netleşiyor; bu da ayrı bir konu. Neden olaylara birbirimizi ikna etmek ya da bir konsensüs oluşturmak penceresinden değil de, birbirimizi satın almak penceresinden bakıyoruz? Kimse gücenmesin, ama burada bize kalan bir atasözümüzü anımsatmak olacak: Alemi nasıl bilirsin, kendin gibi...
Dışarıdan çelişkili ya da muğlak gibi görünse de, her kurumun tasarrufunda olan ve saygıyla karşılanması gereken uygulamaları var. Geçen hafta tam da bunları ima etmek için bazı örnekler vermiştik. Vay efendim, bu hafta yer yerinden oynamış. Basın İlan Kurumu ile ilgili süreçler uzun uzun anlatılmış, okul müdürlerimiz mobilize edilmiş, kiracılık ilişkileri açıklanmış. Arkadaşlar, dostlar, gönül koymayın, ama bu bütün saydığınız son derece tatminkar gerekçeler aslında dönüp dolaşıp bizim dediğimizin doğruluğunu teyit ediyor. Biz o örnekleri sıralarken, zaten temkin sergilememiştik ki. Burada mesele şu: kendiniz için reva gördüğünüzü, neden başkalarından esirgeme arzusundasınız. Kimse kimseyi aklamasın, kimsenin kusuru görmezden gelinmesin. Tencere dibin kara... tabii ki denmesin. Ama konjonktürel etkenlerle karşılıklı saygıdan uzaklaşılmasın. Bir de, kimse kusura bakmasın, dünyanın her yerinde resmi duyurular öncelikle günlük gazetelere verilir. Bu ivedilik bakımından son derece doğaldır. Ayrıca, Patrikhane’nin ilan vermek için öncelikle Ermenice günlük gazetelerinizi tercih etmesi de doğaldır. Kilisemizin ibadet dili bellidir. Yayım dilimizden ötürü ticari reklam alma şansından mahrumken, aslında burada tartışılacak hiç bir şey yoktur. Bu doğal dengeler içerisinde skandal kovalamanın anlamı nedir?
Aslında burada gün yüzüne çıkan başka bir konu daha var. Cemaat basınından bir çok insan, cemaatle ve geniş toplumla temas esnasında kendi gazetesinin rolünü ve etkisini anlatırken mangalda kül bırakmıyor. Bu da çoğu zaman Ermenice günlük gazetelerimizin marjinalize olduğu vurgusuyla yapılıyor. Gel gör ki, o mangalda kül bırakmayanlar cemaatteki dalgalanmalar karşısında hemen pusulasını şaşırıyor. O noktadan itibaren, o küçümsedikleri, ama kendi inandıkları yolda dik durarak toplumsal yaşantımızı sağlıklı ve soğukkanlılıkla yönlendirebilen günlük gazetelerimizi düşman bellemeye başlıyor. Sonra, sıra geliyor onlara çamur atmaya. Ayıptır arkadaşlar, biraz elinizi vicdanınıza koyun.
Agos’taki dostlarımız geçen haftaki yazımızı uzun bulmuşlar, ama kendi yanıtları daha uzun. Dolayısıyla, devam edebiliriz. Bu haftaki yazıya Danışma Kurulu konusu da eklenmiş. Bu başlı başına bir mesele. Danışma Kurulu’nda iki gazeteci var. Birisi bu satırların yazarı. Diğeri de Rober Haddeler. İkimizin de çoğu zaman derin görüş ayrılıkları taşıdığımızı, farklı refleksler sergilediğimizi Ermeni dünyasında bilmeyen yoktur. Ama bu bizim cemaatin meseleleri için aynı masa etrafında oturmamıza, fikir üretmemize ve görüş bildirmemize engel değil. En azından bizim açımızdan durum böyle. İkimiz de gazeteci olarak orada bulunuyoruz, ama gazetelerimizi temsil etmiyoruz. Bu önemli bir ayrıntı. Dahası kuruldaki gazetecilerin varlığı basın bakımından bir haksız rekabet doğurmuyor, çünkü gazeteciler kurum temsil etmiyor.
Açık yüreklilikle, tüm saygımızla ifade etmek gerekirse, Agos açısından şöyle bir tablo var karşımızda. Bu gazete patrik seçimi sürecine kişi odaklı bakıyor ve Başepiskopos Ateşyan’ı hedefe alıyor. Ermenice günlük gazeteler ise, sürece kurum odaklı bakıyor ve Patriklik Makamı’nı merkezde görüyor. Bu yöntemlerden hangisinin cemaatimizin önünde bir an önce seçim ufkunu açabileceğini kuşkusuz zaman gösterecek. Bizce, Agos’taki dostlarımızın açmazı şurada: bir taraftan Başepiskopos Ateşyan’ın konumu illegal sayılıyor, patrik genel vekilinin bir danışma kurulu oluşturamayacağı savunuluyor, ama diğer taraftan kurula alınmış olan gazetecilerin varlığına istinaden dışlanmışlık serzenişinde bulunuluyor. Kırılmayın, ama bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur sevgili meslektaşlar. Başepiskopos Ateşyan’a muhalif olabilirsiniz, onu eleştirebilirsiniz. Ama sırf onunla uğraşırken, Patrikhane’yi sektirmek mantıklı mı, profesyonellik mi? Gerçi bizi ilgilendirmez, ama kendi kendinizi oyun dışı bırakıyorsunuz, sonra da sonuçları karşısında hayıflanıp başkalarına bulaşıyorsunuz. İsterseniz, bize yönelttiğiniz yanınızda saf tutma çağrısını bir de bu bakımdan değerlendirin. Öz eleştiriye hepimiz açık olalım. Baksanıza, siz bile JAMANAK’ın yazısına cevap vermek için başladığınız yazının sonuçta nerelere vardığına şaşırıyorsunuz. Gerçekten de bir mantık sorunu var sanki burada.
Agos, Danışma Kurulu’nun bir sözcüsü olsun diyor. Danışma Kurulu böyle bir konu görüşmedi. Sadece kamuoyunun bilgilendirilmesi için basın bülteni hazırlanmamasını uygun buldu. Kuruldaki iki gazeteciye serbestçe olup biteni aktarma konusunda güven ifade edildi. Basın bülteni durumunda, herkesin aynı şeyi yazacağı ve bunun şeffaflık bakımından kamuoyunu tatmin edemeyebileceği düşünüldü. Tablo özetle böyle, yorum sizin, öneri varsa değerlendirilebilir.
Bu satırların yazarı size alenen bir söz verebilir. Her toplantıdan sonra size gereken bilgilendirmeyi seve seve bizzat yapabiliriz. JAMANAK’a çamur atan geçen haftaki haberi hazırlattığınız muhabir kardeşimiz de dahil olmak üzere, bugüne kadar ekibinizden arkadaşlar “Ara ağparik...” diye telefon edip, bilgi ya da soru sormuşlardır. Zevkle, her zaman, başımızın üstüne. Keşke o haberi yazmadan önce de en azından ilgili taraflardan birisinin görüşü olarak yaklaşımımız sorulsaydı. O zaman belki geçen haftaki makalemizde mesleğimizle ilgili zikrettiğimiz ilkeleri “gazetecilik dersi” olarak algılamazdınız. Yok efendim, estağfurullah, kimseye ders vermek haddimize değil. Kaldı ki, her yiğidin de bir yoğurt yiyişi varmış.
Evet, artık toparlayalım. Agos’un bu son yazısında mercekten net bir durum göze çarpıyor. Aşırılıklara kaçmak nesnel gerçekle ilişkiyi tehlikeye atabiliyor. Yoksa, başka türlü JAMANAK’ın patrik seçimi süreciyle ilgili tartışmaları yapay gündem saydığı sonucuna ulaşamazsınız. Bu çıkarımı yapmanız hasebiyle, gerçekte olmayan bir mızrağı var etmenize ve o sanal mızrağın çuvala sığmadığını söylemenize de şaşırmıyoruz. Olmayan mızrağı nereye sığdıracağınızı bir zahmet siz düşünün artık. Zira, biz ana gündemi değil, türettiğiniz algı operasyonlarını yapay buluyoruz.
JAMANAK’ta yayımlananlara son kez değiniliyormuş Agos’da. Biz de aynı yaklaşımdayız. Burada belki yapıcı bir noktada birleşebiliriz. Karalamalardan ve ön yargılardan uzak kalalım. Birbirimiz hakkında bu tip yazılar yazmak zorunda kalmayalım, çünkü toplumumuz bunu sorumluluklarımızla bağdaştırmıyor ve bu tür polemikler yorucu olabiliyor. Dediğiniz gibi, haber yazmaya devam edin arkadaşlar. Sizi sonuna kadar destekliyoruz. Muhtemelen, iki haftalık bu uzun diyalogtan sonra bu sözcüğün anlamı, vurgusu bakımından ortak bir paydada buluşabiliriz. Geçen hafta da söylediğimiz gibi, aman dikkat, yeter ki kalpler kırılmasın.
Ara KOÇUNYAN