PANGALTI LİSESİ'NDEKİ ÇALKANTI, BAŞPİSKOPOS LEVON ZEKİYAN'IN MEKTUBU VE KURUMSAL ÇÖZÜM BEKLENTİSİ...
Mıkhitaryan'da, Pangaltı Lisesi'nde olup bitenler Türkiye Ermeni toplumunun gündeminde son dönemde büyük dikkatle izleniyor. İstanbul'daki Ermeni cemaatinin eğitim kurumları ağını uzun zamandan beri prangası altına almış bulunan genel kısırlıktan, köklü geleneklerine karşın bu okul da payını ziyadesiyle almakta. Hem verimliliğin hem de nitelikli insan malzemesinin en alt düzeye indiği sistemin unsurları belli bir amaca yönelik kararlılıkla hareket edemediği gibi, varlık nedenine hizmet edemeyen okullar üzerinden sürekli nüfuz mücadeleleri yürütülüyor ve su götürmez kişisel saiklerle de sürekli yönetsel krizler doğuyor. Bütün okullar, varlık nedenlerini gölgede bırakan genel başarısızlıklarını birbirlerinin başarısızlıkları üzerinden aklarken, kurumların bağlı bulunduğu vakıfların fahri yöneticileri ve onlar tarafından uzman personel olarak istihdam edilen eğitmen ya da yöneticiler arasında, özellikle de değişiklikler aşamasında buhranlar yaşanıyor.
*
Bu panoramanın üzerinde Pangaltı Lisesi'ndeki son durum da temelde büyük bir yenilik sunmuyor; ancak es geçilemeyecek bazı ayrıntılar da söz konusu. Görünüşe bakılırsa ana hatlarıyla Mıkhitaryan'daki buhranın özeti şöyle: Rafael Alik başkanlığındaki Mıkhitarist Manastır ve Mektebi Vakfı'nın yönetim kurulu eğitimde yeni bir hamle sağlayabilme beklentisiyle okulda bir koordinatör müdür görevlendirmeyi kararlaştırıyor. Bu görev için Armen Sarukhanyan uygun aday addediliyor ve Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliği'nde de öngörülmüş olan bu pozisyondaki atamasının onaylanması için Millî Eğitim'e başvuruda bulunuluyor. Yaklaşık üç ay zaman geçmesine karşın bu başvurunun yanıtı henüz vakfa ulaşmış değil. Okuldaki mevcut müdireler Eva Orakyan (lise) ve Elda Karagözyan (ortaokul) kurumda görev yapacak bir koordinatör müdürle çalışmayı uygun bulmadıklarını belirtiyor. Vakıf yönetim kurulu bu durumda önümüzdeki yıl adı geçen müdirelerle yola devam edemeyeceğini kendilerine prosedürel zamanlamadan da önce sözlü olarak tebliğ ediyor. Bunun üzerine ilkokul bölümü müdiresi Katya Vargı da diğer meslektaşlarıyla birlikte ayrılmasının daha doğru olacağı kanaatine varıyor. Bu özeti sadece duyumlara istinaden yaptığımızın altını çizelim çünkü yönetim kurulu şu ana dek resmî bir açıklama yapmış değil.
Bu ortamda kurumun bünyesinde, ilk aşamada anlaşılabilir düzeyde bir hareketlenme başlıyor. Vakıf yönetim kurulunun kararı karşısında temkin ifade edenler oluyor. Yöneticiler bir diyalog ortamı yaratabilmek için Okul-Aile Birliği ve öğretmen gruplarıyla bu kararın arkasındaki motivasyonu paylaşıyor. Süreç nahoş da olsa, kurumun istikrarı bakımından belli oranda denetlenebilir sınırlar içerisinde tutuluyor.
Bu arada cemaatteki sosyal medya gülleri de kuşkusuz buradaki fırsatı tepmiyor. Toplumun gündemindeki her konuyu ya da sorunu skandal gibiymişçesine insanlara sunarak, sürekli olağanüstü durumlar doğmuş gibi hareket ederek cemaati yoran, soğukkanlı bir ortamda aklıselimin tecelli etmesini 'popülaritelerine' tehdit görenler de yangına körükle gidiyor. Hiç kimse 'Bu okulda değişim istemiyoruz..!' diye omuz omuza haykıran liseli gençlerin görüntülerinin sosyal medyada kol gezmesinin, bu toplumun geleceği bakımından ne anlama gelebileceğini de hesaba katmayı düşünmüyor. Profesyonellikten öte, dayanılmaz hafiflikteki toplumsal statülerinin bekası açısından Pangaltı Lisesi'ne hoyratça dalanların yarattığı algı da iyice kafa karıştırıyor.
*
Gelelim pastanın üzerindeki çileğe... Bu çalkantılı ortamda Ermeni Katolik Başpiskoposu Levon Zekiyan bir mektup çıkışı yapıyor. Aslında vakıf yöneticilerine yönelik bu mektubu ne hikmetse ayrıca hayli geniş bir kitleyle paylaşıyor. O kitle, kendi öznel değerlendirmesine göre, görüşlerinden haberdar olma hakkına sahip olsa da, bu durum asıl muhatabın vakıf yönetim kurulu olduğu ve onun dışındaki çevrelere yönelik aceleci hamlelerin propaganda ve taraf olma algısına yol açabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Başpiskopos Zekiyan, bu mektubun içeriğinin sosyal medyada çok geniş biçimde dolaşıma girdiğini geçtiğimiz günlerde bize telefonda anlatırken herhangi bir şekilde şaşkınlığa uğramış ya da rahatsız olmuş bir izlenim uyandırmadı. Bu bağlamdaki sorumuza karşılık, tartışmaya açık da olsa bunun kendi tercihi olduğunun altını çizdi. Tüm bunlardan sonra, her nasılsa mektubun artık basında da yer almasının zamanının geldiğine hükmetmişti. Hatta tamamen yayıncının ukdesinde olan editoryal notun dahi kesinlikle kendisi tarafından yazılan ifadelerden oluşmasını istedi. Bu, aslında akademik kimliğini ön planda tutmayı yeğleyen bir ruhban tarafından sık karşılaştığımız bir durum değildi; ama adab-ı muaşeretle çelişmemek adına telefon konuşmamızda yüze gelmemeyi uygun hissettik. Aksi takdirde bu tercihin aslında bilinçli olarak dedikodu zemini yaratmak anlamına geldiğini söylemek zorunda kalacaktık. Bunu sözümüzü esirgediğimiz için değil, daha önceki açık sözlü sohbetlerimizden sonuç alamadığımız için yapmadık. Bu yorumun Türkçe yayımlanmasının temel nedeninin, söz konusu mektuba yazıldığı dilde değinmek olduğunu da belirtmeyi unutmamakta yarar görmekteyiz.
Yayımlamak için ciddi tereddüt yaşadığımız Başpiskopos Zekiyan'ın mektubu Pangaltı Lisesi'ndeki çalkantıyı gerçekten yeni bir düzleme koymuş durumda. Ancak konu bu kadarla da sınırlı değil çünkü mektup bize ulaştıktan sonra gerçekleştirdiğimiz temaslar, Zekiyan'ın bu çıkışının Ermeni Katolik toplumunun iç dengeleriyle bire bir ilgili olduğu ve kendisinin Mıkhitaryan krizini, hayli zayıflayan otoritesini dengeleyebilmek için araca dönüştürdüğü yorumlarını doğurmakta. Aslında mektupta ve bu sorun bağlamındaki Zekiyan'ın tavrında ilk bakışta dikkat çeken birkaç konu var: Birincisi eğitim otoritesi nidasıyla felsefi ifadeler kullanan Zekiyan'ın, mevcut sürgit içerisinde adı geçen dört eğitmenin saygınlığını ve görev şevkini hiç esirgememesi. Üslup onları birbirlerinin karşısına çıkartmaya yönelik, uzlaştırmaya değil. Kendi tercih ettiklerini ve etmediklerini belirtirken ayrımcılık yapmakta mahsur hissetmediği gibi, genel anlamda onların tümüne piyon muamelesi yapmakta. Ruhani önder kimliğini zikrederek yazdığı mektupta başpiskoposun, ilkelere değil kişilere odaklanması başlı başına sorunlu bir tavrı ima etmekte. Zekiyan mektubunda ne yazık ki konumuna yakışmayan ve maksadını fazlasıyla aşan başka ifadeler de kullanmıştır. Pangaltı Lisesi'ni bir 'model okul' olarak nitelendirirken, Armen Sarukhanyan'ın mesleki yeterliliğini kuşku altına almakta ve bu kisvenin arkasından aynı zamanda, Türkiye Ermeni toplumunun en önemli kurumlarından Tıbrevank'a yakışıksız imalarda bulunmakta. Tabii ki ne Sarukhanyan'ın ne de uzun yıllar müdür olarak görev yaptığı Tıbrevank'ın durumunun genel değerlendirmesi başpiskoposun üzerine vazife değildir. Ancak yine de böylesi özel işlevi olan bir kurum hakkında Zekiyan tarafından endazesi kaçmış imalarda bulunulması göz ardı edilemez. Kendisi, temsil ettiği hiyerarşiye tabi olmayan, geçmişte ruhban okulu olarak faaliyet göstermiş olan bir kurum bağlamında daha özenli bir değerlendirmede bulunmayı belki de ruhani bir sorumluluk addetmeliydi. Hakir gören üslupla yapılan kıyaslamalarla, başpiskoposun sürüklendiği çıkmazda kendisine alan açmaya çalıştığı gün gibi aşikârdır. Parantez içerisinde belirtmekte yarar var, Kumkapı da bu konuda bir hassasiyet ifade etmiş olsa yerinde ve isabetli olabilirdi. Ne de olsa geleneksel olarak İstanbul Ermeni Patriği o kurumun manevi kurucu temsilcisi (geleneksel anlamda Ermenice vanahayr) sayılmakta.
Konunun ayrıntılarıyla ilgilenince, bu mektup bağlamında Ermeni Katolik toplumunun yönetsel çevrelerinde dillendirilen sorunların sadece buz dağının görünen kısmından ibaret olduğu ortaya çıkıyor. Görünüşe bakılırsa vakıf yöneticileri Sakızağacı'yla son derece verimsiz ilişkiden hayli rahatsız. Başka vesilelerle daha önce bazı vakıf yöneticilerinin bizi arayarak, başpiskoposu değil sadece kendilerinin, yani yönetimlerin dikkate alınmasını istediklediklerini de hatırladığımızda, mevcut duyumlarla örtüşen bir tablo doğduğunu gözlemlemekteyiz. Ermeni Katolik toplumunun vakıf yöneticileriyle yapılan toplantılarda başpiskoposun, çalışma ortamını son derece öznel konularla, hatta siyasi söylemlerle domine ettiği belirtilmekte. İsimsiz kalmayı tercih eden kaynağımızın ifadelerine göre, her toplantıda gündem dışı konuşarak sürekli Avrupa'yı yerden yere vuran ancak neredeyse yılın yarısını da Avrupa'da geçiren başpiskoposun, çelişkileriyle toplumunu paralize etmesi yoğun rahatsızlık yaratmış durumda. Önemli duyumlardan bir tanesi de Zekiyan'ın, Ermeni Katolik toplumunun en büyük kurumu olan Surp Hagop Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu'yla da uyumunu yitirdiği yönünde.
Geçelim ve tekrar asıl konuya, yani Mıkhitaryan'a yazılan ve 'oldu bittiyle' yaygınlaştırılan mektuba dönelim. Belli ki Başpiskopos Zekiyan burada, kendi toplumunun iradesiyle seçilmiş vakıf yönetim kurulunun tasarruf hakkını ihlal etme niyetinde. Zira yapay bir şekilde okulla ilgili tüm adımların yönetmeliğe uygun olması gerektiği mektupta defalarca tekrarlanmakta. Sanki vakıf yönetim kurulu yönetmeliğe ya da içtihata aykırı bir girişimde bulunmuş gibi... Oysa ki yönetim kurulunun yaratmayı düşündüğü koordinatör müdür pozisyonu zaten yönetmelikte öngörülmekte. Bu noktada tabii çok üzücü olasılıklar gündeme gelmekte. Nitekim bazı çevreler, kraldan çok kralcılık yaparak başpiskoposun onay bekleyen atamayı engellemek için bürokrasiye göz kırptığını düşünmekte... Kaldı ki seçilmiş yöneticilerin iş birliği yapmayı uygun gördüğü danışmanlara dahi dil uzatması gözden kaçmamakta.
Mektubun bir diğer dikkat çekici yönü Zekiyan'ın ortada özel bir gereklilik yokken Papa Hazretleri'nden söz etmesi. Bu durum başka birçok soru işaretine kapı aralamakta. Bilindiği gibi İstanbul'a başpiskopos olduğu dönemin başlarında, Zekiyan Vatikan tarafından Mıkhitarist Kongregasyonu'na yönetici atanmıştı. Bu Türkiye'deki tek parti dönemi tek mütevelli uygulamasını andırıyordu. Zekiyan, en hafif ifadeyle, beklentilerden çok uzak kalarak ve kongregasyonu zarara uğratmış olarak görevden alındı. Burada işin püf noktasını oluşturan boyut şöyle: Başpiskoposun o iki görevi bir arada yürüttüğü dönemi anımsamak gerekiyor. Zekiyan hem Mıkhitarist Kongregasyonu'nun Papalık tarafından atanan yöneticisi hem de eş zamanlı olarak Türkiye'deki Ermeni Katolikler'in başpiskoposu iken neler olmuştu? İstanbul'daki, okul binasını da kapsayan tarihî manastır kompleksinin büyük bölümü üzerindeki yapılaşmanın nihai anlaşmaları imzalanmıştı. Yaklaşık bir buçuk yıl önce seçimle iş başına gelmiş olan Rafael Alik başkanlığındaki mevcut vakıf yönetimi o imzalanan anlaşmalarla neler olduğunu, kurumun ne büyük zararlar gördüğünü, hatta mülkiyet hakkının tehlikeye girdiğini kamuoyuyla açık ve net bir şekilde paylaşmış durumda. Dev inşaatın bitiminde dağın fare doğurduğunu herkes öğrendi. Toplumun şu anda anlamakta gerçekten zorlandığı konu şu: O imzalar atılırken, yetkisi olmasına karşın gıkı bile çıkmayan Zekiyan acaba bugün neden vakfın çıkarlarını cansiparane gözeten ve tamamen kendi ukdesinde tasarruflarda bulunan yönetim kuruluna cephe almakta? Bu soruyu soranların hadsizlik ettiği söylenebilir mi? Dahası o tartışmalı imzaları atanlar da, toplum önünde eleştirilere karşı yanıt haklarını kullanırken başpiskoposun bilgisi ve onayı dâhilinde hareket ettiklerini söylüyor. Yani vakfın zarara uğradığı iddialarına karşı, adı aklanma çabalarına alet edilen bir ruhani önder, neden vakfın zararlarını telafi etmeye çalışan yönetim kurulunu itibarsızlaştırmaya, yönetsel kararlılığından caydırmaya çalışıyor? Üstelik Zekiyan tüm bunları neden Mıkhitaryan Kongregasyonu'nun, prensip olarak ruhani biraderleri olan İstanbul'daki iki üyesini çiğneyerek yapıyor? Başpiskopos, Mıkhitaryan Kongregasyonu üzerinde artık eski yetkisi olmadığını unutuyor mu? Mıkhitarist rahiplerin, Ermeni Katolik Kilisesi'nin hiyerarşisinden farklı olarak, doğrudan Vatikan'a bağlı olduğunu bilmezlikten mi geliyor? Mektupta satır aralarında tüm bu konulara yapılan muğlak göndermelerin, bulanık suda balık avlama çabası algısı yarattığı için ilgili çevrelerde şaşkınlık yaratmış olduğunu öğrenmekteyiz. Sorulara devam etmek mümkün; ama ne yazık ki olasılıklardan hiçbir tanesi olumlu bir pencere açabilecek nitelikte değil. Kısacası Zekiyan, bugünkü dalgalanmanın rüzgârıyla yakın geçmişteki, gittikçe su yüzüne çıkan işlerin kötü kokusunu dağıtma stresinde olduğu izlenimini uyandırmakta. Tabii evlatlarının geleceğine yönelik anlaşılır endişelerle hareket eden insanların yarattığı enerjiyi de, sarsılan otoritesinin telafisine tahvil etmeye çalışması da cabası. Mektuptaki, on yıldan beri süren telkinlerine karşın cemaat anlayışının benimsenememiş olmasına dair serzenişler de tüm bu yorumların teyidi niteliğinde.
Mektubunda kendi kendisini hayli övdüğü gözlemlenen başpiskoposun, Venedik'te düzenlediği yaz kurslarının ve ondan doğan deneyimlerin İstanbul'daki bir örgün eğitim kurumuna tam olarak uyarlanamayacağı görüşünde olan uzmanların varlığına da işaret edilmekte. Zekiyan'ın söz konusu kursların başarısına gösterdiği örnek de pek manidar: Ermenistan'ın, bugün artık feshedilmiş olan, eski diaspora bakanlığı. Ayrıca süreci dikkatle izleyenlerin bu noktada haklı olarak gündeme getirebileceği başka bir konu daha var: Madem başpiskopos Ermenistan'ın feshedilmiş bir bakanlığını başarısına kanıt olarak sunuyorsa, neden kongregasyonun tek yöneticisi olduğu dönemde ayağına kadar gelmiş olan o aynı Ermenistan'ın o dönemdeki cumhurbaşkanının desteğini elinin tersiyle geri çevirmişti?
Tüm bunların ışığında, mektuptaki 'Ben yarın gidiyorum.' cümlesi de başpiskoposun toplumu için mücadele şevkinden ve kararlılığından oldukça uzaklaştığı kanaatini doğurmaktadır.
*
Başpiskopos Zekiyan'ın talihsiz mektubunun yarattığı infial ortamında artık bundan sonra yapılması gerekenler üzerine odaklanmak şart. Kısır polemikleri ve duygusallıkları bir yana bırakarak, kurumun geleceğine odaklanmak gerektiğini aklıselim tüm çevreler kabul etmekte. Krizden kurtulmak için kurumsal mantık ve önceliklerle hareket etmekten başka çare yok.
Öncelikle bu süreçte adı geçen, görevi devredecek ya da görev üstlenecek tüm eğitmenlerin kişiliklerine olan saygı ve uzmanlıklarına olan güvenin teyit edilmesinin sağlanması gerekiyor. Ayrılıklar ve yeni başlangıçlar her profesyonelin kariyerinin doğası gereğidir. On yılların yorgunluğundan sonra onların bu aşamada bu kadar yıpranması gerçekten insafla bağdaşmıyor.
Şimdi gelelim temel aktörlerden beklentilere:
ERMEN VE ÇOPURYAN
Mıkhitaristler'in geleneğinde İstanbul'daki manastırın bünyesindeki keşişler okulun gözetmenidir. Bugün Üstrahip Dr. Sarkis Ermen ve Üstrahip Hagopos Çopuryan, üzerlerindeki ölü toprağını silkinmelidir. Ermeni Katolik çevreleri, Zekiyan'ın tek yönetici olduğu dönemde kendilerini sistematik olarak pasifize ettiğinin ve bugün yetkisi olmasa dahi o dönemki uygulamalarının Ermen ve Çopuryan üzerinde büyük hayal kırıklığı yarattığının bilincindedir ve bunu anlayışla karşılamaktadır. Ancak genel beklentiler onların, artık kurum adına boşluk yaratan edilgenliği bir yana bırakması yönündedir. Keşişlerin, kendi asıl sorumluluk alanları olan bu okulun ortamında hiçbir ruhani otoritenin ihlallere gitme cürretini hoş görmeyecekleri mesajını açıkça vermeleri beklenmektedir. Geçmişte Zekiyan tarafından marjinalize edilmiş de olsalar, çekingenlikleri kendi konumlarını sorgulamaya açacağı gibi, kurum açısından da yumuşak karın yaratabilir. Başpiskopos Zekiyan mektubunda, müteveffa keşişlerden Kapriel Ayanyan'ı 'son büyük' olarak nitelendirirken zaten Ermen ve Çopuryan'ı yok saydığını açıkça belli etmiştir. Bu ifade rencide edici bir özensizlikten öte tam olarak ültimatomdur. Kaldı ki mektupta 2022 yılından sonra kendilerine yeniden bir görev tevdi edilmediği zikredilerek rest çekilmektedir. Bu keşişler manastırda sığıntı mıdır; yoksa kongregasyonun üyeleri mi? Keşişler 2022'den sonra kendilerine neden yeniden bir görev verilmediğini açıkça anlatmalı ve Zekiyan'ı da bu yanıtı vermeye çağırmalıdır.
Gerçekten de, Ermen ve Çopuryan'dan olan beklentiler yerindedir; zira misyonları okulun bazı mezunlarını seçkinci yaklaşımla putlaştırmaktan ibaret değildir. Son seçime kadar şekillenmiş olan sağlıksız ve vakfı vesayet altına sokan yönetsel içtihatların şekillenmesinden sorumlu olduklarını da kimse unutmuş değildir. Dolayısıyla kendilerini affettirmek amacıyla kurum için ellerini taşın altına koymalarının zamanı gelmiştir.
YÖNETİM KURULU
Bu süreçte en ağır yük Rafael Alik başkanlığındaki vakıf yönetim kuruluna düşmektedir. Ermeni Katolik toplumunun en saygın simalarından oluşan bu yönetim kurulu, sorunlu süreci gereğince yürütebilecek potansiyele ve bu yönde toplumsal desteğe sahiptir. Başkan Alik çok güvenilir, donanımlı ve birikimli bir kişiliktir. En büyük şansı, yönetici arkadaşlarının arasında eşdeğer kalibrede simaların bulunmasıdır. Bu buhranlı ortamda tek çıkış ortak aklın tezahüründen geçtiği için, yöneticileri tek tek mercek altına almak gereksizdir. Onlara düşen çalışma uyumlarını ve birliklerini sağlam tutmaktır.
Yönetim kurulu, aldığı kararı ödün vermeksizin uygulamalıdır. Burada verilecek muhtemel bir taviz başka alanlarda, özellikle vakfın taşınmazları için verilen mücadeleler düzleminde de zaaf yaratabilir. Başkan Alik ve arkadaşlarının ufku sorunun çözümünün odağı olacaktır. Dolayısıyla yönetim polemiklerden kaçınmalı, kamuoyunu da ivedi ve yazılı açıklamalarla aydınlatmalıdır. Yönetim kurulu asla yolunu ayırmaya karar verdiği üç müdireyle taraf olarak karşı karşıya gelmemelidir. Bu üç değerli eğitmenin tercihine ve iradesine saygı göstermek şarttır. Yönetimin göğüslemesi gereken toplumsal tepkiyi yumuşatabilmek adına, bu değerli müdireleri, çalışmayı uygun bulmadıkları bir koordinatör müdürle yapay uzlaşmalara zorlamak; etik değerlere son derece aykırı olacaktır. Göreve başlaması istenen Armen Sarukhanyan'a karşı da tutarlı bir tavır takınılması gerektiği ortadadır.
Yönetim kurulu, kararlılığının ifadesi olarak Sarukhanyan'ın koordinatör müdür olarak atanmasının onayını ilgili resmî mercilerden sağlamak için çabalarını yoğunlaştırmalıdır. Bu süreci incelerken edindiğimiz bilgilere göre yapılan başvuru uzun zaman yanıtsız kalmış, sonrasında vakıf adına onay beklentisi yenilenmiştir. Duyumlara göre Millî Eğitim çevreleri koordinatör müdür konumunda bir görevlendirmenin bir azınlık okulunda ilk kez söz konusu olduğunu ve değerlendirmenin zaman aldığını ifade etmişlerdir. Ancak sıcak gündem ortamında sorunun tarafları da kuşkusuz boş durmamaktadır. Beklenen onayın zaten gelmeyeceği yönündeki iddialar bilinçli olarak yayılmakta, bürokrasinin iradesini ipotek altına alma çabalarına girişilmektedir. Yönetim kurulu tüm bunların kesiştiği noktada çok şeffaf ve diyaloğa açık olmalıdır. İlgili mercilerin vereceği ya da vermeyeceği yanıt kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Resmî bir makama arz edilen her dilekçenin yanıtlanmasının bir prosedürü ve zamanlaması vardır. Koordinatör müdür atamasının onayı reddedilirse mutlaka gerekçesi topluma bildirilmelidir. Gerekçe toplumsal vicdanda aklanmayacak bir mahiyette olursa, mutlaka hukuki yollara gidilmelidir. Muhtemel olumsuz yanıtın gerekçesi makul dahi olsa kamuoyu tarafından bilinmelidir; çünkü azınlık okulları bakımından içtihat oluşturabilir. Tüm bunlardan sonra dilekçe yanıtsız da kalsa, yargı yoluna gidilmelidir. Yani Rafael Alik yönetiminin kararlılığının göstergesi takipçiliği ve şeffaflığı olacaktır. Zekiyan'ın mektubunda ima ettiği gibi, bu ekip perde arkasından yönlendirilme yaftasını asla kendisine yakıştırmamalıdır.
Rafael Alik bu sürecin devamında bir daha asla, başkanı bulunduğu vakfın sınırları içerisinde insanlara hitap ederken, sözü kesilerek öncelikle kendisini tanıtması talebiyle ya da benzer konum sarsıcı durumlarla karşı karşıya kalmamalıdır. Böylesi kabalıklar öncelikle yapanı bağlasa da, bu hassas ortamda yönetim kurulunun benzer durumları kaldırabilmesi tahayyül dışıdır.
ARMEN SARUKHANYAN
Uzun yıllardan beri eğitim yaşamının içerisinde olan, öğretmen ve müdür olarak kendini kabul ettirmiş, tüm bu deneyimle yetiştiği okul olan Mıkhitaryan'da yeni bir rol üstlenmesi söz konusu olan Armen Sarukhanyan bu süreçte kesinlikle yönetim kurulu kararına tepki duyan çevrelerin karşısında gönüllü kalkan olmamalıdır. Uzman personel olarak, görevden ayrılmaya hazırlanan meslektaşlarının karşısında da kendisini bir taraf olarak görmemelidir. Yönetim kurulunun aldığı kararı uygulayabilmek için gereken zemini hazırlamasını beklemelidir. Kendisine düşen o zeminin yaratılmasına katkı vermek değil, yaratılacak zeminden en yüksek verimi sağlamasıdır. Sarukhanyan yapacağı görevin başına gelmek için çaba gösteren insan konumuna düşmemelidir. O göreve başlayabileceği koşullar oluştuktan sonra ipleri eline almalıdır. Zaten o aşamadan sonra kendisinden çok yüksek beklentiler söz konusu olacaktır.
Yine bu süreçteki bazı duyumlara göre yönetim kurulu koordinatör müdür atamasının onaylanmaması olasılığına karşı bir B planı geliştirmiştir. Buna göre atamasının onaylanmaması durumunda Armen Sarukhanyan okulun kurucu temsilcisi görevine getirilecek ve kendisine fiilen koordinatör müdür olarak çalışabileceği bir pozisyon verilecektir. Sarukhanyan böyle bir alternatifi kesinlikle reddetmelidir. Ermeni Katolik toplumunun bazı okullarında aynı kişinin hem müdür hem de kurucu temsilcisi olması gibi sağlıksız durumlar gözlemlenmektedir. Bir kurumda aynı kişi hem istihdam eden hem de edilen konumunda olursa orada yozlaşma kaçınılmaz olur. Kişileri görevlere değil de görevleri kişilere uyarlamak kurumsal bir iflasa yol açar. Armen Sarukhanyan böyle bir tabloda geçici ya da ara çözüm olarak bile asla yer almamalıdır. Eğitim camiasının müstesna bir temsilcisi olarak, göreve başlayacağı kurumun sadece geleceğine yönelik mesajlar vermeli ve kendisini şu andaki polemiğin içerisine çekmek isteyecek çevrelerle arasına mesafe koymalıdır.
*
Elbet Pangaltı Lisesi'nde öğrencilerin omuz omuza vererek, 'okulda değişim istediklerini' haykıracakları günler de gelecektir... O zaman herkes sağlıklı bir ortamdan söz edildiğine dair daha kolay ikna olabilecektir. Hatta Başpiskopos Zekiyan bile o mutluluğa ortak olmaktan geri kalmak istemeyebilir...
Ara KOÇUNYAN