BASKIN BİR SEÇİM GİRİŞİMİNDEN FIRSAT PENCERESİ YARATABİLMEK
Türkiye'deki Ermeni toplumunun sorunlarından bazılarının çözümü cemaatin iç dinamikleriyle ilgili, bazılarınınki ise devlete bağlı. Burada tabii ki aynı zamanda geçişkenlikler de söz konusu; ancak temelde böyle bir genelleme yapmak pek de yanıltıcı sayılmaz. Gayrimüslim azınlıkların cemaat vakıflarının çok uzun zamandan beri yapılamayan seçimi de, hiç kuşkusuz çözümü doğrudan devlete bağlı sorunlar arasında yer alıyor. Geçtiğimiz Haziran'da Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni yönetmelik bu soruna, hayli tartışmalı da olsa belli bir çözüm ufku vaat ediyor.
Hemen belirtmekte yarar var ki bu yönetmelik, yaklaşık on yıllık bir bekleyişten sonra yayımlanmış olmasına karşın, maalesef dört başı mamur bir belge değil. Muğlaklıkları, bazı hak kayıpları ve yoruma fazlaca açık bazı boyutları haftalardır azınlık topluluklarının öncelikli gündemi durumunda. Diğer cemaatler gibi Türkiye'deki Ermeni toplumunun bazı vakıf yöneticileri de geçtiğimiz dönemde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden resmî temsilcilerle temas olanağı buldu. Başka bir ifadeyle, içtihatı henüz şekillenmemiş bu yeni yönetmeliğin muhtemel uygulama yöntemleriyle ilgili bürokrasinin nabzı tutuldu. Genel kanı, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün (VGM) bu yönetmeliğin lafzına ve ruhuna genelde sadık kalmak eğiliminde olduğu, dolayısıyla fazlaca esneklik sergilenmesi yönündeki beklentilerin gerçekçilikten uzak kaldığı doğrultusunda oluştu. Büyük önem atfedilen noktalardan biri, azınlık vakıfları için bölgesel bir sistem öngören bu yönetmeliğin ışığında, bir seçim bölgesindeki vakıfların ortak bir seçim kuruluyla seçim düzenleyebilecekleri.
Azınlık toplumları haftalardan beri çeşitli endişe ve rahatsızlıklara sürüklendi. Yeni yönetmelikten kaynaklanan sorunlar saptandı ve onların aşılabilmesi için her yöntemin denenmesi gerektiği; ancak ne olursa olsun son kertede on yıldan fazla beklendikten sonra seçimin yapılmasını riske düşürecek, yönetmeliğin yayımlanmasıyla başlayan seçim sürecini kesintiye uğratacak adımlar atılmamamsı yönünde anlayış birliğine varıldı. Zaman yitirmemek için, her yurttaşın doğal hakkı olan yargıya gitme yönteminden dahi fiilen uzak kalınması genel kabul gördü. Takdir edilir ya da edilmez; ama burada özveri sergilendiği bir gerçek. Sonuçta Türkiye'deki Ermeni toplumunun da ortak aklı tecelli ederken şu yaklaşım öne çıktı:
Evet, belki bazı sorunlar var ama sonuçta bu seçim fırsatını tepmek şu aşamada, bu kadar uzun bekledikten sonra hiç de akıl kârı değil. Dolayısıyla çok sınırlı bir seçmen sayısıyla oylamaya gitme olasılığı her vakfımız için ortadan kalkmışken bu kez seçime böyle gidelim ve yeni yönetmelikten kaynaklanan sorunların çözümü için de devletle ve bürokrasiyle daha uzun vadeli bir diyaloğa girelim.
Buna koşut olarak da, Ermeni cemaat kurumlarının büyük çoğunluğunu bünyesinde toplayan Türkiye Ermeni Vakıflar Birliği (ERVAB) zemininde bölgesel seçim kurulları oluşturuldu. Süreç fiilen işlemeye başlamıştı ki yine skandal bir gelişme gündemi sarstı. Ortaköy Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu'nun yeni yönetmeliğin en yumuşak ifadeyle sınırlarını hayli zorlayan bir şeklide, başına buyruk bir seçim girişimi yaptığı ortaya çıktı. Topluma ve onun kurumlarını yönetenlerin genel iradesine karşı açık bir meydan okuma mahiyetindeki bu adım büyük bir infiale yol açtı. Toplumu oldubittiye getirmeye yönelik bu girişime karşı ERVAB ve Patrikhane tarafından sert açıklamalar yapıldı. İlgili yönetim kuruluysa, adeta topluma bir lütufta bulunma nidasında, başına buyruk giriştiği seçim süreci takviminde bazı esnetmelere gideceğini duyurmakla yetindi. ERVAB ve Patrikhane tarafından yapılan resmî açıklamaların sonrasında, bu kriz noktasından geri dönülmesi için bazı temaslar yürütüldüğüne dair duyumların cemaat çevrelerinde dolaşıma girmiş olmasına karşın, kamuoyu resmen ve net olarak herhangi bir şekilde bilgilendirilmiş değil. Bu durum ister istemez yapılan açıklamaların da bir anlamda havada kaldığı yorumlarına kapı açma potansiyeli taşımakta; ancak tabii ki böylesi zor zamanlarda sabır sergilenmesinin büyük önem taşıdığını da unutmamakta yarar var. Kaldı ki cemaatin önde gelen bazı temsilcilerinin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün üst düzey sorumlularıyla temasa geçmiş olduğu biliniyor.
Burada söz konusu edilen ayrıntıların asıl nedeni yeni yönetmeliğin yayımlanmasından bu yana geçen zaman zarfında olanları anımsatmak ya da özetlemek değil. Kimse kusura bakmasın ama bu panoramanın tam merkezinde Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) var. Filmi biraz daha geriye saracak olursak, hafıza tazelemek bakımından önemli başka ayrıntılar da anımsayabiliriz. Eski yönetmeliğin iptal edildiği aşamada, hatta daha öncesinde, Ermeni toplumuna sürekli ne mesaj gönderiliyordu? Her fırsatta eski yönetmeliğin öngördüğü seçim sisteminin, Ermeni vakıflarının seçimleri sürekli mahkemelik olduğu için çıkmaza girdiği belirtilmiyor muydu? Bazı başka savlara göre de seçim sürecinin tıkanıklığı, Balıklı Rum Hastanesi Vakfı'nın müteveffa yönetim kurulu başkanı Karayani'yle ilgili sorunlardan kaynaklanıyordu. Türkiye'deki Ermeni toplumu yaklaşık on beş yıldır, sebebini bilmediği ya da bilemediği bir ortamda, tüm haklarının ve hukukunun güvencesi Türkiye Cumhuriyeti devleti olan kurumlarının yöneticilerini seçemedi. Yaklaşık on beş yıl bilmece çözmeye çalışan toplumda, doğal olarak hem sebepler hem de olası çözüm yöntemleriyle ilgili görüş ayrılıkları derinleşti, kutuplaşmalar arttı, günah keçisi arayanlar çıktı. Bu toplumun sağduyulu çevreleri daima sorunların ilgili makamlarla uyum içerisinde çözülmesi gerektiğini savundular, hatta bunun için eleştirilenler, itibarsızlaştırılmaya çalışılanlar oldu. Yine de insanlar sabırla her sıkıntıyı göğüslediler ve kararlılıkla devletin iradesinin tecelli etmesini beklemenin gerekli olduğunu her fırsatta dile getirdiler. Sağduyulu çevreler her zaman böyle durumlarda cemaatin her şeyden önce kendi kapısının önünü süpürmesi gerektiğine işaret ettiler. Yeni yönetmeliğin hazırlanması geciktikçe, toplumda o uyumu ve dengeyi savunan kesimler hep zemin kaybetti. Bu topluma yıllarca resmî çevrelerden ulaşan mesajlar olduğu ve ilgili makamların aslında yeni yönetmeliği hemen hazırlayabileceği ama cemaatlerin iç işlerine müdahale edilmek istenmediği söylendi. Ve nihayet yeni yönetmelik yayımlandı. Bu sağlıksız ve gergin bekleyiş ortamından sonra toplumda genel kabul görebilecek, vicdanlarda aklanabilecek bir seçim yapılabileceği umudu doğdu.
Peki ya bugün? Onbeş yıllık bekleyişten sonra yeşeren umutlar iki ayda yine sönecek mi? İşte tüm bunların yanıtı VGM'nin tavrına bağlı. VGM'nin yanı sıra, insanların aklında tabii ki onu bünyesinde barındıran Kültür ve Turizm Bakanlığı ve yönetmeliğin hazırlanmasında doğrudan dahil olan İçişleri Bakanlığı da var. Nitekim burada çözümü öncelikle ve sadece devlete bağlı bir sorun söz konusu. Genel olarak nedenleri gayet basit, özetle belirtelim:
Türkiye'deki Ermeni toplumunun temel çelişkilerinin başında, en varlıklı vakıflarının çevresinde ikamet eden cemaat mensuplarının çok çok az olmasına karşın, nüfus yoğunluğunun nispeten mütevazı varlıklara sahip vakıfların çevresinde kümelenmiş olması gelmektedir. Bu çelişki ne yazık ki yaklaşık son yirmi yıllık dönemde daha da derinleşmiştir. Bu zaman diliminde bir taraftan azınlık toplulukları için yapılan reformlar sayesinde vakıfların tasarruf ettiği kaynaklar azımsanamayacak oranda artmış, diğer taraftan ise vakıf yönetim kurullarının seçimleri yapılamamıştır. Bu nesnel verinin ışığında yukarıdaki çelişkinin sadece derinleşmekle kalmadığını, aynı zamanda toplumsal sistemin hayli köhneleştiğini söyleyebiliriz. Yeni kaynaklar yönetme hakkına kavuşan vakıflar kendilerini cemaatten gittikçe soyutlamış, başına buyruk birimler hâlini almıştır. Toplumun büyük çoğunluğunun yoğunlaştığı, dolayısıyla o büyük çoğunluğa hizmet üretme zorunluluğu olan vakıf yönetim kurullarının üzerinde kabul edilemeyecek bir baskı ve tahakküm oluşturmuşlardır. Yani amiyane tabirle devletin yaptığı reformlar sayesinde kaynak tasarruf etme hakkına kavuşanlar, o sayede buldukları parayla toplumun önüne geçmeye, topluma efelik taslamaya yeltenmiştir. Toplumun gereksinimlerinin karşılanması ve ona sunulacak hizmetlerin mahiyetinin saptanması noktasında derin yaklaşım farklılıkları oluşmuş durumdadır. Bahsi geçen yönetim kurulu da tartışmasız olarak bunların arasındadır. Bu ilk bakışta cemaatin bir iç sorunu gibi görülebilir. Sonuçta devlet gereken adil düzenlemeyi yapmıştır ve gerisi toplumun iç dinamiklerine, yazısız kurallar mekanizmasının işletilmesine ve adil paylaşımın temin edilmesine kalır. Evet, belki seçimlerin yapılamadığı dönemde bu mantığın bir karşılığı vardı; ancak bugün kesinlikle geçerli olamaz.
Ortaköy Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı'nın da içinde yer aldığı İstanbul ikinci bölgede 24 Ermeni vakfı ve 20 bini aşkın bir seçmen kitlesi bulunmaktadır. Yönetmeliğin yayımlanması sonrasında VGM'nin yaktığı yeşil ışıkla ERVAB tarafından iki ortak seçim kurulu oluşturulmuştur. Söz konusu vakfın yönetim kurulu, son derece tartışmalı bir şekilde bu omurgayı 'bypass' etme hevesindedir. Yani bağımsız bir seçim kurulu oluşturduğu gibi, yaklaşık 800 kişilik bir seçmen listesiyle de baskın bir seçim düzenleme yoluna çıkmıştır. Tiyatrodan öte bir anlam taşımayacağı kesin olan böylesi bir oylamayla iş başına gelmesi muhtemel bir yönetim kurulunun kamu vicdanında aklanmasının mümkün olmayacağı aşikârdır. Bu vakfın uhdesinde cemaatin çok önemli kaynaklarının bulunduğunu hatırlatmaksa, tekrardan öte sorunun vehametini gözler önüne sermek bakımından manidardır.
İşte bu noktadan itibaren VGM'ye büyük görev düşmektedir. Söz konusu yönetim kurulunun, baskın bir seçim düzenleyerek iktidarını yeniden üretmeye, iktidarını âdeta hegemonyaya dönüştürmeye yönelik talihsiz girişimlerini aklayabilmek için kullandığı tek gerekçe ilgili mercilerden aldığı izindir. Bugün Türkiye'deki Ermeni toplumunun üyeleri o 'gerekli iznin' nasıl alındığını ya da alınabileceğini çok iyi tahmin edebilmektedir. Tahminlerden öte zaten cemaat çevrelerinde dolaşıma girmiş olan duyumlar derin bir infial yaratmış durumdadır. Bu noktadan geri dönüş sağlayabilecek, bu talihsiz girişimi daha fazla ayyuka çıkmadan durdurabilecek olan tek merci VGM'dir. Toplumun beklentisi aslında gayet açık ve son derece anlaşılabilir temellere dayanmakta. VGM daha iki ay önce kabul edilmiş olan bu yeni yönetmeliğin, bilinçli ve kasıtlı, hatta emsal teşkil edebilecek bir şekilde delinmesine göz yummamalıdır. Verilen iznin muhtemel sonuçları ile doğması muhtemel sorunların iyi hesaplanmasını talep eden toplumun, kamuoyunun hassasiyetlerinin göz ardı edilmesi bir güven bunalımına yol açacaktır. Abartıdan kaçınmakla birlikte, yaşamsal öneme sahip böylesi karar ve izinlerin böylesi yüzeyselliklerle verilmesi Türkiye'deki Ermeni toplumunda zaman zaman ayrımcılık izlenimi doğurma raddesine varmaktadır. Adil ve kapsayıcı bir seçim yapma iradesine sahip olmayan bir yönetim kuruluna yeşil ışık yakmak, kâğıt üzerinde yazılmış olanlara uygunluktan öte, kuşkulu bir zihniyete çanak tutmak olmayacak mıdır? Bürokratik tasarrufların bir toplumsal kesimin, yani bu durumda Türkiye'deki Ermeni toplumunun iç uyumunu fiilen baltalamasını nasıl açıklayabiliriz? Azınlık toplumlarının demografik koşulları gayet açıkken, seçim yönetmeliğinin yeni dönemin yeni koşullarından kaynaklanan yeni gereksinimleri karşılayacak bir perspektifle uygulanmasını beklemek anlaşılmaz mıdır? Bu yönetmeliğe istinaden 20 bin seçmenin bulunduğu bir bölgede 800 seçmenle seçim yapılmasına yeşil ışık yakmak toplumun iç işlerine müdahil olmak anlamına gelmez mi? Tabii sorunun Ermeni toplumunun özelinde başka boyutları da var. Nitekim Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin önünde beliren yeni ufuklar bağlamında Ermeni toplumunun kendisini konumlandırabilmesi için de, bu ülkenin kadim kurumları olan kendi vakıflarının potansiyelinin değerlendirilmesi ve misyonunun yeniden yorumlanması gerekmiyor mu? Dolayısıyla seçim sürecinin doğal seyrinde ilerlemesinin güvence altına alınması şart değil mi?
Gayrimüslim azınlıkların cemaat vakıfları için hazırlanan yeni seçim yönetmeliği Resmî Gazete'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. VGM tarafından söz konusu vakfa verilen iznin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasına karşılık gelen siyasi iradeyle doğru orantıda olmadığı su götürmez bir gerçektir. VGM bu gidişe mutlaka hemen dur demelidir, aksi hâlde Türkiye'deki çok kültürlü yapıya ve bir arada yaşama geleneğine büyük bir darbe vurulacaktır. Azınlıkların yaşamsal kaynaklarının vesayet altına geçmesine müsamaha göstermek, onların sadece vitrinde süs bitkisi olarak görülmesini istemenin karşılığıdır.
Bu coğrafyanın ortak kültüründe var olan bir mantık, 'her işte bir hayır vardır' deyişinde çok güzel bir ifade bulmuştur. VGM'nin bu girişimi durdurması, o hayrın sektirilmemesinden öte, azınlık toplumlarındaki fırsatçılıklara geçit vermeyerek bir fırsat penceresi açabilecek niteliktedir.
İÇ DİNAMİKLER
Gelelim bu konunun Ermeni cemaatinin iç dengeleri bakımından değerlendirmesine. En başta da belirttiğimiz gibi bu toplumun sorunlarının bazılarının çözümü devlete bağlı, bazılarınınki ise iç dinamiklere. Ancak aralarında tabii ki geçişkenlikler de var. Peki bu noktadan itibaren baktığımızda, Ortaköy Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı'nın attığı adımdan doğan büyük resim bize neyi gösteriyor? Burada artık neredeyse nesnel veriye dönüşmüş bazı gözlemler not edebiliriz.
Aslında Türkiye'deki Ermeni vakıflarının yöneticilerinin önemli bir bölümü geride kalan dönemde kesinlikle seçim istemiyordu ve bugün de istemiyor. Geçtiğimiz yaklaşık on yıllık dönemde yeni bir seçim sistemi için konsensüs sağlanamamış olması bu gözlemin en büyük kanıtıdır, hele ki bu eksikliğin yeni yönetmeliğin hazırlıklarını en azından hızlandırmadığı biliniyorken. O aşamada toplumsal tepkileri göğüsleyebilmek için yorulduklarını ve bıkkınlıklarını ifade edenler, bir yandan da topu devlete atmanın dayanılmaz hafifliğiyle davrandı. Sonuçta seçim olabilmesi için devletin yönetmelik hazırlayıp, izin vermesi gerekiyordu. Yıllar böylece akıp gitti, süreç herkesin malumu. Tabii kimseye haksızlık etmemek ve kurunun yanında yaşın da yanmasını engellemek gerekir; ancak bugünkü ortam geride kalan döneme dair olumsuz eleştirileri teyit eder nitelikte. Zira yeni yönetmelik yayımlandığından beri o yorgun ve bıkkın yöneticiler birdenbire üzerlerinden ölü toprağını silkindiler. Şu ana kadar yeni yönetmelikle ilgili yapılan değerlendirmelerde ortaya çıkan yorum farklılıkları temelde neyle ilgili? İnsanlar metni adil ve kapsayıcı bir seçim düzenlemenin altyapısını sağlayacak bir sistemin kılavuzu olarak addetmekten öte, bir şekilde tekrar iş başında kalabilmelerini sağlayacak bir çerçeve olarak algılama arayışında. Bu gerçekten trajikomik bir durum. Zımnen de olsa bu çevreler bugüne dek Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu'nun yeni yönetmeliğe karşı dava açacağını ve o sayede de seçim sürecinin kesintiye uğrayacağını hesaplıyorlardı. Böylece hem günah keçisi hazır olacak hem de seçim yapılamayacaktı. Ancak Ortaköy Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı'nın adımı bu umudu besleyenleri gerçekten şoka uğrattı. Nedeni gayet basit; çünkü total bir çare değil, kısmi bir çare bulunmuştu. Böylece Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu'nun beklenen davayı açmış olmasına karşın hesaplar şaştı, takke düştü, kel göründü. O açılan davanın birdenbire neredeyse aklanmış olması da cabası.
Ermeni cemaati açısından bir diğer öncelikli konu aktarım mekanizmasının iyi ve sağlıklı işletilebilmesi. Yukarıdaki trajikomik tablo, fahri olarak görev yapan ve toplumun yükünü sırtlayan vakıf yöneticilerini kesinlikle total olarak hedef hâline getirmeyi gerektirmiyor. Evet, bu seçim meselesi bağlamında bazılarına yapılan haklı eleştiriler kaçınılmaz olarak belki çok sert ama bu meselenin sağlıklı çözümü etkinin yaratacağı tepkide değil ve de zaten olmamalı. İnsan potansiyeli son derece sınırlı olan Ermeni toplumu 15 yıl sonra seçime gidecek. Bu seçimden sağlıklı bir sonuç alabilmek için bir yandan kan değişimi temin etmek ancak diğer yandan da yönetsel mantık çerçevesinde bir devamlılık sağlamak gerekiyor. Kimse bugünkü vakıf yöneticilerinin kategorik olarak tümüyle ayrılması gerektiğini tabii ki düşünmüyor. Ancak bugün yeni bir iklimde, yeni bir sinerji yaratmaktan başka çare var mı? 15 yıl sonra yapılacak bu seçim olağanüstü önem taşıyor. Seçilecek olan yöneticiler, sadece seçilmekten öte toplumsal bir güven oyu almaya çalışacaklar. Özellikle yeniden aday olma arzusundaki mevcut yöneticiler bakımından bu nokta çok hassasiyet arz ediyor. 15 yıldır yıpranan kişisel ya da kurumsal ilişkileri onarmak için yeni bir esneklik sergilemek ancak toplumun güvenoyuyla mümkün olabilir. Bu cemaatin kurumlarına yeni bir solukla sahip çıkabilmesi için, o kurumların kaderine doğrudan etki edebileceğini hissetmesi gerekiyor. Bu toplum artık kendi iradesinin kendi kurumlarına yansıdığından emin olmak istiyor. Eskiden bağış toplamak zorundayken toplumun önünde el pençe divan duran yöneticilerin, bugün vakıfları yeni kaynaklara kavuştuktan sonra toplumu hiçe sayması hazmedilemiyor. Sonuçta varlıklı olsun ya da olmasın, tüm vakıflar bu topluma ait değil mi? Kısır nüfuz mücadeleleriyle kurumlar üzerinden ihtiras yarıştıran yöneticileri, bu toplumun kurumları, hele ki okulları arasında haksız rekabet körükleyenleri cemaatin artık daha fazla taşıyamayacağı gerçeği bugün herkesin gözü önünde değil mi? Bu toplumun insanlarının, cemaatin kaynaklarını tasarruf eden yöneticilerin çifte standartlarına, özellikle de benzer işlevi olan kurumlar arasında öznel tercihlerle öncelik belirlemelerine tahammülü kalmadığını görmemek mümkün mü? Bu örneklerin ardı arkası tabii ki gelmez. İlkesel zeminden kaymamak, sorunların çerçevesini kişiselleştirme riskinden muhaf tutarak çizebilmek adına burada isim vermeden değindiğimiz ya da ima ettiğimiz her şeyin adresi aslında gün gibi aşikâr. Asıl mesele yüzleşebilme iradesi ve herkesin birbirini yeniden kredilendirme arzusu sergilemesinde. Yeni dönemin şifrelerini, artık bu cemaatin içerisindeki ilişkileri daha yatay olarak tahayyül etmekte aramak gerekmiyor mu?
Sonuçta mevcut yöneticilerin birikiminden feragat etmeden vakıfların yönetimine yeni bir dinamizm sağlama hünerini, bu toplumun ortak aklıyla sergileyebileceğini umut etmek çok mu iyimserlik ya da saflık? Galiba gereklilikleri sıralarken fazlaca öğretici bir üsluba ya da düzleme meyletmemek için yine temel bir ön koşul var: Her şeye karşın öncelikle kapımızın önünü iyi süpürmüş olduğumuzdan emin olmak ve bir daha kirletilmesine izin vermemek.
*
Not: Bu sütünda Ermenice dışında bir dil kullanılmasının istisna olduğu okurlarımız tarafından bilinmektedir. Türkiye'deki Ermeni vakıflarıyla, Vakıflar Genel Müdürlüğü arasındaki temasların doğal olarak Türkçe ile gerçekleştiği ve konunun ülkemizdeki diğer azınlık topluluklarını da ilgilendiren boyutları bulunması dikkate alınarak bu yazı Türkçe olarak yayımlanmaktadır. Bu makalede işlenen konular, yer bulan görüş ve yaklaşımlar hem bu sütunda hem de genel olarak JAMANAK Gazetesi'nde daha önce çeşitli vesilelerle yayımlanmıştır.
ARA KOÇUNYAN