TAKİPÇİLİK VE DEVAMLILIK
Bu köşede, 28-31 Temmuz tarihlerinde, “Yeni Değinmeler” başlığıyla yayımlanan, 4 bölümden oluşan makale dizisi; 8 Ağustos tarihinde, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan’ın tepkisine hedef oldu. Bu ‘tepki’ sözcüğü dikkatli yapılmış terminolojik bir tercih. Nitekim Sayın Danzikyan’ın önceki yazısı görece eleştirel bir nitelikte kabul edilebilirdi; ancak bu kez özünde daha farklı. Yazının başlığı şöyle: Okurlara baygınlık geldi biliyorum ama…
Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın İstanbul ziyareti sırasında ruhbanların ortaya koyduğu tepki ve sonrasında Patrik Maşalyan’ın düzenlediği basın toplantısındaki açıklamaları, Türkiye Ermeni cemaatinin alışık olmadığı bir ortam doğurdu. Bu toplumun dinamiklerini sadece, birbirinden bağımsız yönetsel birimlere dönüşmüş vakıflardan ibaret sanan ya da öyle görmek isteyen, hemşehri dernekleri ve bazı sivil toplum örgütlerini, kültürel ve sosyal kuruluşları konumlandırmakta sıkıntı duymayan bazı çevreler, ne hikmetse Patriklik Makamı’nın özelinde aynı rahatlıkta ya da netlikte davranamamakta. Bu, temelde kiliseye mesafeli dünya görüşüne sahip bireylerin ya da çevrelerin, ana eksenini kilisenin oluşturduğu bir sisteme, bir dinî azınlık topluluğunun sistemine uyum sağlamak zorunda olmasından kaynaklanan bir çelişkinin tezahürü. Biz Patrikhanenin eleştirilmemesi gereken bir kurum olduğu fikrinde değiliz, aksine zaten eleştiriyi ziyadesiyle hak eden bir kurum durumunda. Kiliseye mesafeli dünya görüşüne sahip birey ya da çevrelere de saygı duyuyoruz, her özgürlüğe sahip olmaları gerektiği düşüncesindeyiz. Biz toplumda kimsenin kimseyi dışlamadan sorunlara yaklaşmasını ve empati ortamında bir ortak payda yaratarak çözüm üretmesi gerektiğini savunuyoruz ki bu çerçeveye yeni zamanların koşullarından kaynaklı toplumsal gereksinimlerin karşılanmasıda dâhildir.
Bu tartışmaya kapı açan zihniyet, en azından bu tartışmalı konunun özelinde; kimseyi dışlamakta mahsur görmediği gibi, başkasının özgürlük alanının başladığı yerde kendisininkinin bitebileceğini unutmakta, empatiye karşı ve kimseyle ortak bir paydada buluşma çabasından uzak bir tutum yaratmış durumda. Patriklik Makamı bu konuda olması gerektiği yerde duruyor çünkü doğrudan kendi alanıyla ilgili bir sorun var ortada ve de temelde bu, belki de asıl olanın sadece kendi duruşu olan ender konulardan. Örneğin ortada seçim öncesi müteahhit kabul etmek ya da bir vakfın sivil yöneticilerinin belirlenme sürecine etki etmek için kulis faaliyeti yürütmek gibi tartışmalı bir konu yok. Kaldı ki bu örneklerde değinilen konulara ya hiç ses çıkartmayan ya da şu andakine kıyasla çok daha düşük ton tercih edenler, neden doğrudan kilise hiyerarşisini ilgilendiren ve Patrikliğin bire bir alanı olan bir konuda bu orantısız tutumu benimsemekte?
Konuyu kişiselleştirmeden, ilkeler düzeyinde kalmaya çok özen göstermekle birlikte, Sayın Danzikyan’ın bu tutumun bayraktarlığına soyunmuş olmasının bizim açımızdan son derece şaşırtıcı olduğunu söylememizin bağışlanacağı umudundayız. Bu şaşkınlığı ifade etmemiz, kendi yaptığı gibi fikir ya da tavır eleştirisini bir yana bırakarak hafiften tepki düzlemine meyletme amacı taşımıyor. Sayın Danzikyan’la bu karşılıklı yazışma dizisini ya da durumunu bir atışmaya dönüştürme arzusunda olmasak da, tartışmanın bugün vardığı noktada bazı konulara işaret etmeden geçemeyiz.
Bu köşede yayımlanan son dizide, daha öncekinde de olduğu gibi, maddeler halinde ve ayrıntılı olarak, tarihsel süreçlere de göndermede bulunarak, konuları tek tek sıraladık, temellendirdik ve örneklendirdik. Süregelen bu münazara ortamında beklenen, Danzikyan’ın bir önceki yazısındaki mantığa da devamen, konunun ya yeni boyut kazanması ya da gündeme gelen konulara değinilmesi. Oysa ki Sayın Danzikyan, neredeyse tam sayfa hacminde bir kronoloji yayımlayarak, âdeta bir hafıza tazelemesine gitmiş. Kendi tabiriyle o ‘gına gelen okurlar’ açısından bunun bir karşılığı olamaz, konuyu ilgiyle izleyenlerin de kronolojik, maddeler hâlinde anımsatmaya gereksinimleri muhtemelen olmayacaktır. Yani burada dikkat çeken bir durum var: Okurlara mı gına gelmiş yoksa yazara mı?
Bu münazarayı sürdürmek bizim açımızdan cemaat için bir nüfuz mücadelesi değil. Konu tarihi nitelikte ve düşünsel bir çeşitlilik yaratmış durumda. Bizim hareket noktamız budur. Sayın Danzikyan saygıda kusur etmemeye çalıştığımız bir meslektaşımız, dolayısıyla bunları yazarken bir yumuşak karın yakalama motivasyonumuz da yok. Biz aynı zamanda birbirimizi, bu toplumun başka gazetecilerine kıyasla daha fazla da seviyoruzdur muhtemelen ama konunun bu boyutu kamuoyunu ilgilendirmez. Velhasıl, Sayın Danzikyan kalibresinde bir gazetecinin, burada yazılanlara tepki gösterirken, tartışmanın konularına değinmesini beklerdik. Kuşkusuz değinip değinmemekte tamamen serbest olduğu konularda, kendisini görüş bildirmeye zorlayamayız. Ne var ki seçmece konularla tartışma gündemi geliştirilemez. Ancak havada kalan çok konu ya da soru olursa bu münazara sağlıklı bir şekilde ilerleyemez. Zira havada kalan soruların birikmesi Sayın Danzikyan’ın şöyle izlenimlere kapılmasına neden olmuş: İtham, gerçekten haddini çok aşan art niyetli sözler…
Bizim kalem sallarken temel derdimiz toplumda görüş çeşitliliği sağlamak; yoksa bu toplumda gazeteci nidasıyla takılan ucuz karizmalar gibi, kimseye haddini, hududunu bildirmekle işimiz olmaz. Biz görüşlerimizi gerekçelendirebildiğimiz ve temellendirebildiğimiz oranda, anlaşılmama ya da doğru anlaşılamama endişesi veya kuşkusu taşımayız. Her tür sınamaya da, her zaman ve her düzlemde hazırız.
Tepki ve tepkiselliği tekelleştirme çabası dediğimiz durum, genelde maddi verilerin ‘esnetilmesini’ belli ki sindiriyor ya da burada bir mahsur görmüyor. Mesela bu tartışmanın özelinde şöyle bir rivayet topluma sistematik olarak empoze ediliyor: Paşinyan’a Patrikhanenin kapıları kapatıldı. Konuk başbakanın ziyaretinin görsellerini yayımlayan resmî kaynaklar, Gomidas heykeline çiçek bırakma görüntülerine yer verdi. Söz konusu heykelin Patrikhanenin bahçesinde olduğunu herkes biliyor. Demek ki kapatılmış kapı falan yok ortada. Üstelik de ziyaret öncesi konuk başbakanın Kumkapı’da çok kısa zaman geçireceği Patrikhaneye bildirilmiş.
Başka benzer bir mesele, Paşinyan’ın ziyaretinde İstanbul Ermenilerinin iyi bir ev sahipliği sergilemiş olması. Kim diyor ki bu ziyarette İstanbul Ermenileri ev sahibiydi? Sporcu kafilesi ya da sanatçı topluluğundan söz etmiyoruz. Devletler arası ilişkilere bu amatör bakışı sergilemek neden? Bu ziyaretin tek ev sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. O kadar, kısa ve net. Durumdan vazife çıkartmak abesle iştigaldir. O hâlde toplumun ortak aklıyla oynamaya çalışmanın amacı nedir?
Sayın Danzikyan son yazısında şöyle diyor: Türkiye Ermeni toplumu içindeki -sayıları az da olsa- bazı kesimlerin de tutarsız, anlaşılması zor bir tutum izlediğini ifade ettim.
Geçen yazıdaki ‘herkes kendinden sorumlu’ mantığı, bu tutarsızlık ve anlaşılmazlık imalarını kendiliğinden anlamsız kılıyor. Zaten biz, ifade ettiğimiz hassasiyetin bu toplumda neye karşılık geldiğini çok iyi hissedebiliyoruz. Bunun en somut kanıtı da, Sayın Danzikyan’ın çaktırmadan metne yedirmeye çalıştığı ‘sayıları az da olsa’ vurgusudur. Bu, tepki ve tepkiselliği tekelleştirme çabasının, popülizmle soslanmış somut bir hâlidir. Bazıları oyuncaklarını kaybedeceğinin endişesinde olmasın sakın. Kaldı ki demokrasi havarisi geçinenler ne zamandan beri azınlıkta olan bir fikrin önemsiz olduğu varsayımıyla toplum önünde arzıendam etme cüretinde?
Biz Paşinyan’ın İstanbul’da, Ermeni cemaatinin sivil temsilcileriyle düzenlenen buluşmasına değinirken, Patrik Maşalyan’ın organizasyon aşamasında Patrikhanenin saf dışı bırakıldığını söylediğini vurguladık. Sivil temsilcilerin toplantıya katılım anlamında yaşadığı tereddüdü bizzat Danzikyan aktardı, yani konuyu kendisi açtı. Biz de, Patrikhane organizasyona dâhil edilmiş olsa, o insanların bir tereddüt yaşamamış olacağını yazdık. Patrik Maşlyan’ın sözlerinin teyidi olarak gördüğümüz durum budur. Burada Sayın Danzikyan’ın yazısında ifade ettiği gibi, anlatılanı kavrayabilmek için kendisini bu denli zorlamasını gerektirecek bir durum olabileceği kanaatinde değiliz. Yaz sıcağında, gına gelerek bir konunun üzerinde çalışmak hoş değil tabii, bu zorunluluğu yarattığımız için gerçekten üzgünüz. Eğer yine ifade etmekte yetersiz kaldıysak, dilimiz döndüğünce, naçizane yine anlatmayı deneriz.
Şu nokta da göz ardı edilmemeli: Patrikhane toplantıdan önce tavrını açıklamamış olsa, başına buyruk davranmış olacaktı. Toplantıdan önce tavrını açıklamış olması şu an eleştirilmekte. Kaldı ki Patrikhane, demokrasilerde kabul gördüğü üzere, görüşünü açıklama ve destek arama hakkına sahip değil mi? Patrikhanenin tavrının duyurulması, Başkan Şirinoğlu’nun yaşadığını gizlemediği ikilem; bunların hiçbirisi şaşırtıcı şeyler değil. Anlamakta zorlanılan ya da anlamamakta ısrar edilen asıl konu şu: Tüm Ermeniler Katolikosuna küfredilmesi herkesin bir çırpıda kabul edebileceği bir durum değil. Bu ağırlığın bilincinde olmayanlar, bu ağırlıkla yüzleşmekten kaçınanlar Ermeni dünyasında bir karşılık bulamaz ve marjinalize olmaya mahkûmdur.
Cemaatin içerisine dönecek olursak, kriterlerde çifte standart, toplumsal sorunları genel uzlaşı zeminimde çözmeyi engeller, bu da tepki ve tepkiselliği tekelleştirme meraklılarının ekmeğine yağ sürer.
Son olarak Sayın Danzikyan’ın, Conrad’daki buluşmanın öncesinde kendisine söylediklerimiz bağlamında sergilediği mantığa da değinmek zorundayız. Bu ayrıntılara girerken, baştan belirtelim, Sayın Danzikyan’ın kişisel sohbet içeriğini kamuoyuna aktarmaya gittiği gibi ahlaki açıdan soru işareti doğurabilecek bir ortam körükleme arayışında değiliz. Danzikyan’ın bizi bu denli dikkatle ve özenle dinlemiş olması, bunu yazısında açıkça belirtmesi bize bu bağlamda ek bir sorumluluk hissettirmekte. Ancak bir meslek insanı olarak, bir önceki yazımızda değindiğimiz, günün gazetesinin baskıya girme zamanlaması konusunu bize tepki gösterirken tamamen göz ardı etmiş. Hadi diyelim ki bunun konuk başbakanla düzenlenen buluşmayla ilgisi yoktu. Konuk heyetin gecikme olasılığı vardı ama büyük bir gecikme olmadı ve biz burada da haksız olalım, o da kabul. Bir önceki yazıda değindiğimiz gibi, konuk heyet üyeleriyle bile bu konuda yazışmamız oldu. Ermenistan Daimî Temsilciliği’nin çalışanları da durumumuzdan haberdardı. Tüm bunlardan sonra, biz o günün gidişatını mahallinde, telefonla, belli oranda zaman kazanarak şekillendirebildiysek, ne yapacaktık? Sayın Danzikyan’a bahsettiğimiz, gerçekten olasılık dışı sayamayacağımız bir durum vardı diye, toplantıya katılmayacak mıydık? Öyle olsa, her şeyden önce bizi buluşmanın yapıldığı salondan dışarı çıkartmazlar mıydı? Toplantıya katılabilme olanağı doğunca, Sayın Danzikyan’a bahsettiğimizden farklı davranabildiğimiz için kendi gözünde ne konumdayız? O gün bu olasılıktan dertleşme babında söz ettiğimiz başka katılımcıların nezdinde de soru işareti mi doğdu? Burada ya bir yüzeysellik var ya da belli ki bazıları bizim istem dışı katılamayacak olmamıza o kadar sevinmişler ki sonrasında yaşadıkları büyük hayal kırıklığını gizleyemiyorlar.
Okurken fazla zorlanma risklerine karşı daha basit bir örnek vermeye çalışalım. Böyle zamanlarda çeşitli dillerde ifade bulan mantıklar güzel yol gösterici olabiliyor. Cemaat toplantılarında genelde Türkçe konuşulduğunu herkes biliyor. Örneğin Ermenicenin mantığı farklı ancak Türkçede, bir bakıma adabımuaşerete göre, toplu hâlde bulunulan ortamlarda, aynı otel lobileri gibi, sohbet edilen kişilerden, ellerimizi yıkamaya gitmek için izin istiyoruz. Sonuçta ne oluyor yani? Gittiğimiz yerde ellerimizi yıkamanın dışında başka her ne ki yapıyorsak, o insanların nezdinde tartışmalı konuma mı düşüyoruz?
Gına getirmekten ve sıkılganlıktan öte, karşılıklı anlayışla sorunlara yaklaşabilirsek her şey çok daha kolay olmayacak mı? Değişik durumlarda bazen konuşmak bazen de susmak erdem olabiliyor. Ancak bunun ötesinde takipçilik basında pek yadırganacak bir durum değil; yeter ki çabalar uzlaşıya yönelsin.
ARA KOÇUNYAN